Kaybolan Bağlar: Depresyon ve Kaygının Nedenleri

İncelenen Eser: Kaybolan Bağlar
Yazar: Johann Hari

Uzun yıllar boyunca, modern toplumda hızla artan depresyon ve kaygı vakalarının temel nedeni olarak beynimizdeki kimyasal bir dengesizlik gösterildi. Bu anlatıya göre, serotonin gibi kimyasalların düşük düzeyde olması depresyona yol açar ve çözüm, bu kimyasalları normale döndürecek ilaçlardır. Ancak son yirmi yılda yapılan kapsamlı araştırmalar, bu basit hikayenin eksik olduğunu, hatta büyük ölçüde yanıltıcı olduğunu ortaya koymuştur. Depresyon ve kaygının kökleri, büyük ölçüde çevremizdeki dünyada ve kurduğumuz bağların kopukluğunda yatmaktadır.

İlaç Efsanesi ve İnancın Gücü

Antidepresanların etkinliği üzerine yapılan bilimsel çalışmalar, kimyasal dengesizlik kuramının sorgulanmasına neden olmuştur. Bir uzman, Gıda ve İlaç Dairesi’ne (FDA) sunulan antidepresan deney verilerini analiz ettiğinde, bu ilaçların ortalama bir hasta üzerindeki etkisinin sadece dörtte birinin kimyasal etkiden kaynaklandığını bulmuştur. Etkinin yaklaşık yarısı hastaya anlatılan hikayeden (plasebo etkisi) gelirken, kalan dörtte birlik kısım kendiliğinden iyileşmeden ibaretti. Bu durum, antidepresanların, hastanın depresyon seviyesini ölçen standart bir ölçekte, uykusunu düzeltmesinden bile daha az iyileşme sağladığını göstermiştir. Bu bulgular, ilaçların etkinliğinin büyük ölçüde ilaca duyulan inançtan kaynaklandığını öne sürmektedir.

Bu inancın gücü yeni bir keşif değildir; kökeni 18. yüzyıla kadar uzanır. O dönemde Dr. John Haygarth, hastaların ağrılarını tedavi ettiğine inanılan pahalı metal çekicilerin (değneklerin) gizemli bir gücü olmadığını kanıtlamak için bir deney yapmıştır. Kronik ağrısı olan hastalara, metal kaplı sıradan ahşap bir çubuktan yapılmış sahte bir değnekle tedavi uyguladı. Hastalara, bu çubuğun hastalığı havaya boşaltacağı söylendi. Sonuç şaşırtıcıydı: Hastaların büyük çoğunluğu hemen rahatlama hissetti; hatta bir hasta, yıllardır hareket ettiremediği omzunu kısa sürede yukarı kaldırabilmişti. Haygarth’ın deneyi, tedavinin kimyasal veya fiziksel etkisinden bağımsız olarak, anlatılan hikayenin ve duyulan inancın fiziksel semptomlar üzerinde ne kadar güçlü bir etki yaratabileceğini göstermiş ve “plasebo etkisi” kavramını somutlaştırmıştır.

Acının Bağlamı: Yas İstisnası ve Yaşamın Zorlukları

Ana akım psikiyatrinin dahi bir dönem kabul etmek zorunda kaldığı “yas istisnası” da kimyasal anlatının yetersizliğini gösterir. Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı’nda (DSM) yer alan bu istisna, yakın birini kaybetme durumunda (bu süre birkaç aya kadar indirilse de) depresyon belirtileri gösteren kişiye zihinsel bozukluk teşhisi konmamasını sağlıyordu. Yas istisnası, acının akla uygun bir yanıt olabileceği tek bir durumu resmi olarak kabul ediyordu. Ancak bu, kaçınılmaz olarak daha derin bir soruyu gündeme getirir: Hayatta depresyonun mantıklı bir tepki olduğu tek olay neden sadece ölüm olsun? Anlamsız bir işte hapsolmak, boşanmak veya evsiz kalmak gibi travmatik kayıplar da aynı derecede geçerli acı kaynağı değil midir? Bu yas istisnası, depresyonun semptomlar listesiyle değil, bireyin yaşam bağlamıyla anlaşılması gerektiğini savunur.

Bu bağlamsal yaklaşım, George Brown ve Tirril Harris’in Londra’nın Camberwell bölgesinde gerçekleştirdiği çığır açıcı araştırmayla desteklenmiştir. Çalışmaları, depresyonun temel nedenlerinin büyük ölçüde dış etkenlerde yattığını ortaya koymuştur. Depresyona giren kadınların yaklaşık yüzde yetmişinin, önceki yıl ciddi olumsuz bir olay yaşadığı görülmüştür. Ancak en kritik bulgu şuydu: Depresyon riski, ciddi olumsuz olaylar, uzun vadeli stres faktörleri ve sosyal desteğin eksikliği bir araya geldiğinde katlanarak artıyordu. Araştırmacılar, klinik depresyonun, aslında yaşanan zorluklara karşı verilen anlaşılır bir yanıt olduğu sonucuna varmıştır.

Kopukluğun Dokuz Nedeni

Modern yaşamın bizi mutsuz eden yönleri incelendiğinde, depresyon ve kaygının ardında yatan nedenlerin dokuz farklı kopukluk biçimi olduğu görülür.

1. Anlamlı Çalışmadan Kopukluk: İş hayatı ile ruh sağlığı arasındaki ilişki, Michael Marmot’un İngiliz kamu görevlileri üzerinde yürüttüğü Whitehall Çalışmaları ile netleşmiştir. Marmot, hiyerarşide aşağı indikçe depresyon ve kalp krizi riskinin arttığını görmüştür. Bu durumun anahtar nedeni, yüksek sorumluluk değil, çalışanların işleri üzerindeki kontrol eksikliği ve işlerinin tekdüzeliğiydi. Bireyin pasif kaldığı, fikirlerinin önemsenmediği, ruh köreltici işler en büyük stresi yaratıyordu. Bu durum, yetkisizliğin duygusal ve fiziksel sağlık sorunlarının kalbinde yattığını gösterir.

2. Diğer İnsanlardan Kopukluk (Yalnızlık): Nörobilimci John Cacioppo’nun araştırmaları, yalnızlığın sadece depresyonun bir sonucu değil, aynı zamanda önemli bir nedeni olduğunu kanıtlamıştır. Yalnızlık, fiziksel bir saldırıyla aynı düzeyde kortizol (stres hormonu) salgılanmasına neden olan derin bir strestir. Yalnızlık, evrimsel olarak, grubu geri dönmemiz için beynimizin gönderdiği hayati bir sinyaldir. Araştırmalar, yalnızlığın genellikle depresyon belirtilerinden önce geldiğini göstermiştir. Kronik yalnızlık, bireyi aşırı tetikte ve sosyal etkileşimlere karşı şüpheci hale getirerek daha fazla kopukluğa yol açan bir kartopu etkisi yaratır. Yalnızlık, diğer insanların fiziksel yokluğu değil, kimseyle önemli ve anlamlı bir şey paylaşmama hissidir.

3. Anlamlı Değerlerden Kopukluk: Psikolog Tim Kasser, sürekli mutluluğun dışsal hedeflere (para, itibar, yüksek statü) bağlanmasını “abur cubur değerler” olarak tanımlar. Tıpkı abur cuburun besleyici olmaması gibi, bu değerlerin peşinden koşmak da psikolojik ihtiyaçlarımızı karşılamaz. Kasser, bu materyalist, dışsal hedeflere odaklanan insanların daha yüksek depresyon ve kaygı seviyelerine sahip olduğunu göstermiştir. Dışsal değerler, tatmin edici ve uzun süreli ilişkiler kurmayı engeller ve bireyin anın tadını çıkarmasını sağlayan “akış hali” deneyimlerini azaltır, çünkü sürekli olarak performanslarını dışsal bir ölçütle değerlendirmeye odaklanırlar. Toplumun reklamlar ve medya aracılığıyla sürekli teşvik ettiği bu abur cubur değerler, temel psikolojik ihtiyaçlarımızı karşılamayan bir yaşam sürmemize yol açar.

4. Çocukluk Travmasından Kopukluk: Dr. Vincent Felitti’nin öncülüğünü yaptığı “Olumsuz Çocukluk Deneyimleri” (ACE) çalışması, çocukluk travmaları (istismar, ihmal vb.) ile yetişkinlikteki depresyon, kaygı ve intihar girişimi arasında doğrudan bir bağlantı kurmuştur. Çalışma, çocukluk travması kategorilerinin sayısının artmasıyla yetişkinlikte depresyona girme riskinin de katlanarak yükseldiğini göstermiştir (doz-yanıt etkisi). Duygusal istismar, depresyona yol açma riski en yüksek faktörlerden biri olarak belirlenmiştir. Felitti, depresyonu travmanın kendisi olarak değil, travmanın yarattığı utancın ve hasarın hasıraltı edilmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir “duman” olarak tanımlamıştır.

Kolektif Eylem ve Sosyalleşme Reçetesiyle Yeniden Bağ Kurmak

Depresyonun kökleri bireysel arızalardan çok, toplumsal kopuklukta yattığına göre, çözümlerin de kolektif olması gerektiği açıktır.

Berlin’deki Kotti protestosu, kolektif eylem ve topluluk bağlarının depresyonla mücadelede nasıl bir rol oynayabileceğinin çarpıcı bir örneğidir. Kirası nedeniyle evden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kalan ve intiharı düşünen bir kadın, Nuriye, penceresine bir not astığında, daha önce yalıtılmış olan komşuları onun etrafında toplanmıştır. Topluluk, kiracılık hakları için bir araya gelerek protesto kampı kurmuş ve uzun süreli bir mücadele başlatmıştır. Bu kolektif mücadele sürecinde, ağır depresyon ve kaygı yaşayan bireyler, yalnızlıklarını kırıp amaç ve aidiyet duygusu edinmiştir. Bireysel acılarının aslında ortak ve siyasi bir sorunun yansıması olduğunu fark eden protestocular, bu eylemi kendi terapileri olarak görmüşler ve bir araya gelerek güçlenmişlerdir. Bu süreç, bireylere, kendilerini pasif kurbanlar yerine savaşçı olarak görme gücü vermiştir.

Londra’nın yoksul bir bölgesi olan Bromley-by-Bow Merkezi’nde uygulanan “sosyalleşme reçetesi” kavramı ise bu kolektif çözümü sağlık hizmetlerine entegre etmiştir. Doktorlar, hastalarına kimyasal ilaçlar yerine veya onlarla birlikte, sosyal destek ve topluluk bağlarını güçlendiren faaliyetlere katılmalarını tavsiye ederler. Örneğin, merkezdeki bir grup depresif hastaya, çirkin bir beton araziyi çiçeklerle dolu bir bahçeye dönüştürme görevi verilmiştir. Bu bahçıvanlık programında, hastalar sadece fiziksel aktivitede bulunmakla kalmamış, aynı zamanda toprağın ritmini ve sabrı öğrenmişlerdir; en önemlisi, birbirleriyle ve daha büyük bir amaçla bağ kurarak işe yarama hissi kazanmışlardır. Bu süreç, yalıtılmış hisseden bireylerin, dışarı çıkma ve başkalarıyla ilgilenme zorluğunu aşmasına yardımcı olmuştur. Merkezdeki felsefe, bir kişinin iyileşmek için hayatını yaşanmaya değer kılan şeylerle yeniden bağ kurması gerektiği üzerine kuruludur.

Bu yeni bulgular, depresyon ve kaygının yalnızca bireye ait bir kusur olmadığını, aksine, insan doğasının ihtiyaç duyduğu bağlardan, anlamdan ve güvenden mahrum bırakılan bir kültüre karşı verilen akla uygun ve zorunlu bir sinyal olduğunu göstermektedir. Çözüm, haplarda değil, kaybolan bu bağları yeniden inşa etme gücünü kolektif olarak bulmamızda yatmaktadır.

Temel Kavramlar Sözlüğü

TerimTanım
Abur Cubur DeğerlerPara, statü ve imaj gibi dışsal hedeflere odaklanan, psikolog Tim Kasser’e göre içsel tatmin sağlamayan ve depresyonu artıran değerler bütünü.
Biyo-psiko-toplumsal ModelRuhsal bozuklukların yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda psikolojik ve toplumsal faktörlerin birleşiminden kaynaklandığını savunan bütüncül yaklaşım.
Dışsal GüdülerBir eylemi, kendisinden keyif alındığı için değil, para, övgü veya statü gibi dışarıdan gelecek bir ödül için gerçekleştirme motivasyonu.
Duygu Paylaşımından Doğan SevinçBaşka bir insanın mutluluğu veya başarısıyla samimi bir şekilde sevinme pratiği. Metinde, kıskançlık ve ego merkezciliğe karşı bir panzehir olarak sunulan bir meditasyon tekniğidir.
EgoBireyin kendisini ayrı ve önemli bir varlık olarak algılama hissi. Metinde, egonun aşırı büyümesinin bireyi diğer insanlardan ve anlamlı deneyimlerden kopardığı savunulur.
Evrensel Temel GelirBir devletin, tüm vatandaşlarına yaşamlarını sürdürmeleri için gereken temel miktarı koşulsuz olarak düzenli bir şekilde sağlaması. Metinde, geleceğe dair güvensizliği ve kaygıyı azaltacak bir çözüm olarak önerilir.
Hamilton ÖlçeğiDepresyonun şiddetini ve belirtilerini ölçmek için bilimsel araştırmalarda kullanılan standart bir puanlama sistemi.
İçsel GüdülerBir eylemi, dışsal bir ödül beklentisi olmadan, sadece o eylemin kendisi tatmin edici veya anlamlı olduğu için gerçekleştirme motivasyonu.
Kartopu EtkisiYalnızlık ve depresyon gibi durumların, bireyi daha da yalıtarak ve umutsuzluğa sürükleyerek kendini besleyen bir döngü yaratması durumu.
Kimyasal Dengesizlik KuramıDepresyonun temel nedeninin beyindeki serotonin gibi nörotransmitterlerin eksikliği olduğunu öne süren ve yazar tarafından “efsane” olarak nitelendirilen biyomedikal model.
KooperatifÇalışanların mülkiyetine sahip olduğu ve iş yerini demokratik ilkelerle ortaklaşa yönettiği işletme modeli. Anlamlı çalışma ile yeniden bağ kurmanın bir yolu olarak sunulur.
KopuklukYazarın depresyon ve kaygının temel nedeni olarak gördüğü durum; insanların anlamlı iş, diğer insanlar, anlamlı değerler, doğa gibi temel insani ihtiyaçlarından uzaklaşması.
NöroplastisiteBeynin, yaşanan deneyimlere ve öğrenmeye bağlı olarak fiziksel yapısını ve sinirsel bağlantılarını sürekli olarak yeniden organize etme yeteneği.
Olumsuz Çocukluk Deneyimleri (ACE)Çocukluk döneminde maruz kalınan fiziksel, duygusal veya cinsel istismar, ihmal ve aile içi şiddet gibi travmatik olaylar. Araştırmalar, bu deneyimlerin yetişkinlikteki depresyon riskini büyük ölçüde artırdığını göstermektedir.
Plasebo EtkisiBir hastanın, kimyasal olarak etkisiz bir madde (şeker hapı gibi) almasına rağmen, tedavinin işe yarayacağına dair inancı sayesinde iyileşme göstermesi.
PrekaryaGüvencesiz, geçici ve istikrarsız işlerde çalışan, geleceğe dair sürekli bir belirsizlik ve kaygı içinde yaşayan toplumsal sınıf.
Psikedelik İlaçlarPsilocybin (sihirli mantarlarda bulunur) ve LSD gibi, kontrollü klinik ortamlarda kullanıldığında derin ruhani deneyimlere, egonun çözülmesine ve başkalarıyla derin bir bağ hissine yol açabilen maddeler.
Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı (DSM)Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından yayımlanan ve ruhsal bozuklukları sınıflandırmak ve teşhis etmek için kullanılan standart kılavuz.
Seçici Serotonin Gerialım İnhibitörleri (SSRI)Depresyon tedavisinde yaygın olarak kullanılan, beyindeki serotonin seviyesini artırdığı iddia edilen Prozac ve Paxil gibi kimyasal antidepresan sınıfı.
Sosyalleşme ReçetesiDoktorların, depresyon ve kaygı gibi sorunlar için hastalara ilaç tedavisine ek olarak veya alternatif olarak, onları toplulukla bütünleştirecek bahçıvanlık, sanat veya gönüllülük gibi sosyal aktivitelere yönlendirmesi.
Whitehall ÇalışmalarıMichael Marmot tarafından yürütülen ve iş yerindeki hiyerarşide daha alt basamaklarda yer almanın ve iş üzerinde daha az kontrole sahip olmanın, daha yüksek stres ve depresyon oranlarıyla doğrudan ilişkili olduğunu gösteren uzun soluklu epidemiyolojik araştırmalar.
Yas İstisnasıDSM’nin eski versiyonlarında bulunan ve bir yakınının ölümünün ardından yaşanan yoğun yas sürecindeki depresif belirtilerin bir hastalık olarak teşhis edilmesini engelleyen madde.

Yorumunuz

Your email address will not be published.